…Nerede o eski yılbaşılar…

Perşembe, Aralık 27, 2018 2 No tags Permalink 108

Her yeni yıla girişte, ilginç bir paradoks vardır aslında ;
Bir daha asla geri gelmeyecek ve ömrümüzden eksilen günlere üzülmek yerine, yeşeren taze umutlarımızla yeni bir heyecan duyduğumuz, sanki bir gün sonra, dünya yeniden kurulacakmış ve her şey bambaşka olacakmış gibi. Oysaki zaman an ve an akıp gitmektedir… ve bir sonraki günde bugünün devamıdır aslında, yalan mı? Ama olsun biz yine de, yeni heyecanlar ve umutlarla yeni yıla merhaba dediğimiz benliğimize yer etmiş, o eski yılbaşıları bir hatırlayalım…

Yeni yıla sayılı günler kala, çarşı pazarda yerini alırdı simli pullu yılbaşı tebrik kartları… Eşe dosta, arkadaşa, yakın uzak akraba için saatlerce seçim yapardık; -bu olmaz, -bu basit kaçar, -bu asla… daha naif bir şeyler arardı gözlerimiz, sonra da oturup kendi el yazımızla, dolma kalemle bir kerede hatasız yazılmalıydı, en sıcak ve samimi duygularımız, üç beş satırla… Kimseyi unutmamalıydık bu gönderilerimizde! Çünkü beklenirdi, uzaktan gelen o sıcacık duygu yüklü üç-beş satırdaki sevgi samimi duyguların olduğu tebrik kartları, hasreti ve özlemi bir an olsun bastırması için…

Çıkmama ihtimali, çıkma ihtimalinden milyon kere daha fazla olan milli piyango, büyük umut ve hayallerle alınırdı, onsuz olmazdı “Yılbaşı Özel Çekilişi” bu, büyük ikramiyenin bize çıkmasını umardık, doğmamış çocuğa da don biçerdik adeta, olmayan parayla yeni evler, arabalar alır, sevdiğimizle kuracağımız evi dayar döşerdik, mutfak dolapları, koltuk takımının rengi konusunda tartışılırdı, maaşlı çalışanlar kendi işini kurmayı, patronlar ise, işleri büyütmeyi hayal ederdi, Olsun be…hayali bile güzel!

Nerede o eski yılbaşı geceleri diye düşünmeden edemeyiz… Edemeyiz çünkü; her zaman olduğu gibi evlerimiz ve yüreklerimiz ardına kadar açıktı konu-komşuya, eşe-dosta. Bir hafta önceden yapılırdı plan program, hep birlikte hummalı bir hazırlık başlardı, öncesinde çarşı pazardan iki ayağı birbirine bağlanmış iri bir anaç tavuk sofranın en özeli olması için seçilirdi, “çocuklar meyveyi sever” diyerek bol bol alınırdı; elma, portakal, mandalina… Kestane olmazsa olmazıydı bu alışverişin, gümbür gümbür yanan soba beklerdi kestaneyle buluşmayı…
Pasta, börek, kurabiye tepsileri bir gece önceden pişirilip, sofra bezlerine sarılı bekletilirdi tazeliğinden ödün vermemesi için… Görende sanki düğün dernek var sanır, yok muydu? … Evler dolar taşardı sanki düğün misali… bol bol yetmeliydi herkese, malum gece uzun, yılbaşı bu nihayetinde saat 12.00 beklenmeli…

Yılbaşı demek televizyon demekti bizim zamanımızda, TRT demekti. meraklı gözlerle, siyah beyaz ekranın karşısına doluşan kalabalıklar demekti. Bizim yılbaşı gecelerimiz uyku ile zorlu bir mücadele şeklinde geçerdi. Çocuktuk ne de olsa, erken uyumaya alışmıştı küçük bedenler, saatlerce uyumadan yapamıyordu. Tıka basa yerdik verilen tabaktakileri, birden irkilirdik bir çığlığa ve alkışa; 1. çinko… 2. çinko… olmazsa olmazıydı bizim yılbaşıların en unutulmaz hit eğlencesi, küçük masum hileleri de olurdu… kahkahalarla sarardı evlerimize çoşkusu… veee tombala!
Kazanan mutluydu, ne garip kaybedende mutluydu, çünkü candık biz, dosttuk biz, komşuyduk, sevinçlerimizi de üzüntülerimizi de paylaşmayı bilirdik…

Birden bir sessizlik olurdu, “Ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam…” diye başlardı Nurhan Damcıoğlu, hep bir ağızdan mırıldanırdık namelerini, TRT ekranında kantocu çoştururdu hepimizi…

Dedim ya; Yılbaşı demek televizyon demekti, TRT demekti, Yasaklı müzikler, yasaklı sanatçılar vardı, yılda bir kere izinle çıkardı Orhan Gencebay. Yılda bir kere Orhan Gencebay’ı TRT ekranlarında görebilmek bizlere nasip olmuştu, ne büyük mutluluktu; o da hakkını verirdi Allah için. Arkasında tam tabiriyle dev bir orkestra, ben diyeyim 40 kişi, siz deyin 50 kişi…

Yeni yıla girmeden hemen önce “dansöz” beklerdi gözlerimiz. Nesrin Topkapı ile hareketlenirdi ortalık. Tabi eğer o saate kadar uyumadıysak. Nesrin Topkapı’ya kadar uyumamayı başarabilirsek gerisi kolaydı. Sanat Güneşimiz Zeki Müren ile girerdik yeni yıla. Bu büyük finaldi elbette. Giriş anının heyecanını televizyondaki geri sayımla birlikte yaşardık.

Sayardık hep birlikte 10, 9, 8, …
Yeni yıla girer girmez de kendimizi kontrol ederdik. Acaba neremiz değişti diye. Sonra etrafa bakardık, diğerlerinde durum nedir diye. Dedim ya çocukluk işte…

Milli Piyango biletlerimize ya hiçbir şey çıkmaz ya da amorti olurdu, umudumuz azalarak da olsa bir sonraki çekilişe kalırdı. Hep de bir iki rakamla kaçırırdık büyük ikramiyeleri nedense. “Bak şu rakam burada olsaydı, diğeri de buraya gelseydi bize çıkacaktı” deyip sukut-ü hayale uğramış bir havada, ince analizler yapılırdı biletlere bakılarak.

Ve ertesi gün… yine eski, normal hayatımıza geri dönerdik. Ama göz ardı edilemeyen bir yönü de vardı bizim için; paylaşımların, dostlukların, sevilmenin, sevmenin, sevinçlerin, mutlulukların vesilesiydi, bizim o eski Yılbaşılarımız…

2 Comments
  • Nahit Kaplan
    Aralık 30, 2014

    Kaleminize sağlık, çocukluğuma götürdünüz beni. Her bir tespitiniz çok çok doğru, sormadan edemeyeceğim acaba bu yazınız bir kitabınızdan alıntı mı? yada ne tarz eserleriniz var? (ünvanınızda yazar yazıyorda o sebepten sordum) isimlerini rica edebilirmiyim satın almayı düşünüyorumda.

    • admin
      Ocak 2, 2015

      Nahitbey, teşekkürler övgü dolu ifadeniz için. Bu makale öylesine kaleme aldığım eskiye özlem duygusunun bir dışa vurumuydu, kitap konusuna gelirsek şu an baskıya verme aşamasında kişisel gelişimle alakalı bir kitap, baskıdan çıkınca size de bir tane gönderebilirim.

Bir Mesaj Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir